“Gözlerimde bir yağmurlu gün başlar/Vakit ikindidir, mevsim sonbahar/Bir gülüş, bir mahzun bukle saçlarında/Bir eski çiçeği andırırsın yazdan/Ve bir şarkı başlar kahvelerin birinde/Bizi ömrümüzden alır götürür/Bir şarkı, faslı hicazdan.” Turgut Uyar.
Ne de çabuk geçti koca bir yıl.
Artık, hazan mevsiminin son ayındayız, önümüz koca bir kış.
Oysa, ne güzel umutlarla girmiştik yeni bir yıla.
Barışa, umuda, sevgiye, özgürlüğe, hoşgörüye, adalete birlikte dilek tutmuştuk.
Dilek dilemeyle olmuyormuş; bizatihi istemek, gür sesle haykırmak lazımmış meğer.
Koca bir yılı, önceki yıllarda yaptıkları gibi yine yarattıkları suni gündemlerin içinde boğularak boşa geçirdik.
Geliş(e)memenin sonucu olsa gerek, bu yaşadıklarımız.
Oysaki özgür ve bağımsız düşünebilen toplumlarda, halk, kendi kişisel gündemiyle meşguldür. Siyasetin kuyruğuna takılmayarak, özel yaşamlarında üreterek, eğelenerek sağlıklı ve mutlu yaşamanın derdi ve çabası içindedirler.
Ancak bu durumdan, ülkelerinde uygulan ve uygulanmak istenen olumsuz siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel politikaları görmezden geldikleri, izlemedikleri, duyarsız ve tepkisiz kaldıkları anlamı da çıkartılmamalı.
Dediğim gibi, bizde durum ise tam tersi.
Gündem yaratmada, gündem belirlemede, her yaratılan yeni bir gündemin üzerine de balıklama atlama hünerini göstermede, başka da bir millet yoktur üstümüze.
Maşallah, nazar değmez inşallah!
Her hafta, tek yumurta ikizi, üçüzü, dördüzü nur topu gibi gündemleriz gözlerini açıyor dünyaya ve peş peşe boca ediliyor kucağımıza.
Allah nazardan saklasın! Mevcut iktidarımız da ne de çok maharetli bu konuda. Önceki iktidarlara rahmet okuttu dersem yanılmamış olurum her halde.
Hangi birini sıralıyayım?
AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmamasını mı?
Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasındaki devlet içindeki çatışmayı mı?
Hrant Dink’in katilinin serbest bırakılmasını mı?
Celalettin Can, Barış pehlivan ve diğer Kürt siyasetçilerin denetimli serbestlik ve şartla tahliye haklarından mahrum bırakılarak; içeride keyfi tutulmalarını mı?
Tolga Şardan’ın soruşturma aşamasında “düşündüren” tahliye edilmesini mi?
Sahte, yalan TÜİK rakamlarıyla, çalışan emekçinin, emeklinin haklarının gasp edilmesini mi?
Madenci ölümlerini mi?
Sahte ÇED raporlarıyla kıyıların, çevrenin, doğanın talana ve yağmaya açılmasını mı?
Selahattin Demirtaş, Osman Kavala ve diğer siyasi mahkumların bilerek içeride rehin tutulmalarını mı?
Orta sınıfın aradan tasfiye edildiği, devlet olanaklarıyla çok zengin olanlar ile devlet oyunlarıyla yoksulluk içinde yaşamaya mahkum edilenleri mi?
Bu yazıyı yazarken; yeni bir Anayasa oyunu ile yüzde 51 gündemi toplum yeni bir gündemin içine çekildi..
Ve, iki yüzlü ikircikli insan tipine de en son Gazze Katliamında bir kez daha şahitlik yaptık.
Yanı başımızda Müslümanın Müslümanı öldürdüğünü onaylayanların. “Yahudiler Müslümanları katlediyor” söylemi ile timsah gözyaşı dökerek, yaygara kopartarak, ayrıştırarak, kamplaştırarak kendi popülizmini enjekte ediyor toplumun geniş yığınlarına.
Gazze vahşeti bahane edilerek, iç siyasette pragmatizm, makyavelizm ve de popülizmin içinde boğuluyoruz, göz gözü görmüyor.
“Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olduk.”
Anlayacağınız o köşesinden, kıyısından, kenarından çekip çekiştirdikleri defolu 1982 Anayasasını beğenmezken, artık onu mumla arar olduk.
Sonuç itibariyle,
Mutluluk kat sayısı yerine mutsuzluk kat sayımız tavan yaptı.
Alım gücümüz düştü, barışımız tehlikede, hak hukuk adalet hak getire…
Deneyimsiz, kötü niyetli, eğitimsiz kadroların ihdas edildiği ülkede, toplum olarak sıkıntılı günler yaşıyoruz.
Her alanda, özellikle ekonomide, sorunlar öylesine büyüdü ki toplum olarak gülmeyi bile unuttuk.
Sokağa, parka, bahçeye, alışveriş merkezlerine, pazara çıktığınızda, hüzünlü ve mutsuz yüzlere baktığınızda anlıyorsunuz.
Pesimist ve optimist duygular arasında gelgitler yaşıyorum.
Hazan mevsimin son günleri…
Gökyüzünde hüznün bulutları.
Çisil çisil yağan hüzün,
Yürekler gökyüzü gibi griye çalar.
Ah, şu şairler ve şiirler olmazsa, ne olurdu benim halim?
Şiirle başladım, şiirle bitireyim.
Nazım’dan gelsin.
Günler gitgide kısalıyor/yağmurlar başlamak üzre/Kapım ardına kadar açık bekledi seni/Niye böyle geç kaldın?/Soframda yeşil biber, tuz ekmek /Testimde sana sakladığım şarabı/içtim yarıya kadar bir başıma/seni bekleyerek/Niye böyle geç kaldın?/Fakat işte ballı meyveler/dallarında olgun, diri duruyor/Koparılmadan düşeceklerdi toprağa/biraz daha gecikseydin eğer…