Cumhuriyet rejiminin ikinci yüzyılının ilk haftasını devirdik.
Kutlamaları görünce hak, hukuk, adaletin iğdiş edildiği, özgürlüklerin sürekli tırpanlandığı, ekolojik alanın sürekli rant uğruna tahrip ve talan edildiği, sahte laikçiliğin vücut bulduğu, demokratik siyaset kurumlarına, muhalif basına, özgür sanata (sıralanacak o kadar çok şey var ki; ama liste uzar diye tek tek yazmıyorum.) yapılanları görmezden gelenlerin yaşadığı bir ülkede, Demokrasisiz Cumhuriyeti kutlamak, çok keyifli olsa gerek(!)
Birazcık hayıflanmadım dersem, yalan olur.
“Cumhuriyet nedir?” sorusu üzerinden kavram ve içeriğinden ne anlam çıkarıyorsa kişi/ler, bunun üzerinden kutlama özgürlüğüne sahiptir.
Ancak kutlamalarda edindiğim izlenim, içine girdiğimiz 2. yüzyılın hayatımızda birçok şeyi olumlu anlamda değiştirecekmiş gibi bir nümayiş vardı.
Oysa ki, cumhuriyetin ikinci yüzyılı, birinci yüz yılın tekrarı olacağını, hiçbir şeyin değişmediğini bizim sol ve demokrat cenah görüyor, analiz edebiliyordu. Ama, toplumun büyük bir kesimi ise içinde bulunduğu, yaşadığı durumu görmüyor, Bu sebeple yapılan kutlamalara, tüm sorunların bir anda biteceği, ülkede her şeyin güllük gülistanlık olacağı gibi bir yanılsama sirayet etmişti.
Yanılmadık!
Daha ilk on günde tutuklamalar, gözaltılar hız kesmeden devam etti.
Son bir yılda iktidar gibi, sistem gibi düşünmeyen gazetecilere, yazar-çizerlere sıra gelmişti “Sarı Öküz“ misali.
Sebepleri belli, nedenleri üzerinde fikrimi açıklayarak yazıyı uzatmak istemiyorum.
GAZETECİ KALEMİNİ KIRAR, AMA SATMAZ!
Gazetecilikte bu alanda ikiye ayrılmış durumda. Hatta üçe, dörde ayrılmış durumda. İktidarlardan yana olanlar, yana olmayanlar; statükodan yana olanlar, yana olmayanlar; gerçekleri yazanlar, yazmayanlar…
Hep derim, gazetecilikte çok para kazananlar, başlarına bela açmayanlar, gerçekleri yazmayanlardır. Para kazanamayanlar, yargının sopası sürekli Demokles’in kılıcı gibi hep başlarının üzerinde sallananlar gerçekleri yazanlardır.
Günlük olarak karşıt düşünceden, kendi cenahıma yakın-uzak birçok köşe yazısını takip ederim. Bunlardan biri de Tolga Şardan’dır. T24’ de yazılarını takip ettiğim “Kalemini kırar, ama satmaz” dediğimiz namuslu gazetecilerdendir. Ben bunları yazarken Tolga Şardan, şartı tahliye edildi. Her ne kadar Şardan, serbest bırakılsa da gazetecilere yönelik baskı azalmıyor.
Gözaltına alınmasına ve tutuklanmasına neden olan son köşe yazısını da okumuştum. Son yazılarının totaline baktığımızda, bana göre doğru ama iktidar cenahına göre “kantarın topuzunu fazla kaçırmıştı ve de artık çok oluyordu.”
Hemen akabinde, farklı görsel, yazılı basından birilerinin daha gözaltına alınması, milletvekilliği sona eren bir İnsan Hakları savunucusu Sayın Hüda Kaya’nın da tutuklanması şunu gösteriyor: Nerede kalmıştık? Déjà vu!
Siyasal iklim değişir mi? Demokrasi, barış istenci artar mı? Bilemiyorum.
Eğer siyasi iklim değişmez ise, mevcut baskıların katlanarak süreceğini söyleyebilirim.
Elbette ki, bu durum bizi yazmadan ve mücadeleden alıkoyamaz; koymamalı.
SARI ÖKÜZ’Ü KAPTIRSANIZ SONRADAN OLACAKLARA KAPI ARALARSINIZ.
Muhalif özgür basın emekçilerinin tutuklanmasına, “Bunlar gazeteci değil, teröristtir”, tutuklanan muhalif siyasetçiler için de “Bunlar terör örgütünün meclisteki uzantılarıdır” şeklindeki iktidar savunmasına aynı tonda ortak refleks gösterip, arkasına hizalananlar, kendilerine yakın birçok yazar- çizer ile birçok siyasetçinin aynı akıbete uğrayacaklarını öngöremediler.
Umarım, Tolga Şardan son olur; ama zannetmiyorum.
YÜZLERCE ÖZGÜR BASIN ÇALIŞANI TUTUKLANDI, HABERİNİZ VAR MIYDI?
Şimdilik faşizmin orta halini yaşıyoruz, katı haline az kaldı.
Klişe bir hatırlatma olacak ama, iş gidip gelip, kabak yine Sarı Öküz masalının başına patlıyor.
Eee, ne yaparsanız… Ne de olsa, masallar da kıssadan hissedir…