Aynı konuda iki kez üst üste yazı yazmayı bende istemezdim, ama…
Ne yapsam, ne etsem ülke ve dünyadaki gelişmelere kayıtsız kalamıyorsunuz. Bir bakıma ben SYT’ liyim. Anlayacağınız, Siyasette Yaşa Takılanlar’ danım.
Yaşınız kaç olursa olsun, bir türlü demokratik muhalif siyasetten de kopamıyorsunuz. İçimizde, dört bir yanımızda, dört başı mamur savaş, çatışmalar ve ölümler yaşanırken, emek sömürülürken, doğa katledilirken, kadın cinayetleri artarken, özgür basına, muhalif siyasete baskılar son sürat artarken, nasıl kayıtsız kalabilirsiniz?
Siyasetten geri kalmadan, sanat etkinliklerini, müziği ve edebiyatı da ihmal etmiyorum. Bunlar benim beslenme alanlarımdır. Tüm dünya da savaş çıksa, dünya yansa, haftanın her günü akşamları sinema filmleri izlemeyi, pazar günleri de genelde klasik müzik eşliğinde kitap okumayı seviyorum.
Pazar günleri genellikle elimde Dostoyaveski’ nin ‘Suç ve Ceza’sı, bilgisayarımın hoparlörlerinden de duyabileceğim şekilde, “0” disebelde, Çaykovski’nin ‘Fındıkkıran, Kuğu Gölü, Uyuyan Güzel’ eserleri çalıyor peş peşe… (Tabi ki diğer eserlerini de okumaya çalışıyorum)
Ukrayna sahasında savaş son hızıyla acımasızca devam ettiği haberleri bültenlere sıklıkla düşüyor. Haberler hiç de iç açıcı değil. Kuşkusuz yine savaş/çatışmalardan etkilenenlerin başında kadın ve çocuklar geliyor.
Bir yandan da 16 Mart Beyazıt ve Halepçe katliamının üzüntüsü, bir yandan da 21 Mart Newroz coşkusu…
Stevenson’ın 1886 tarihli gerçeküstü kısa romanının kahramanları Dr Jekyll ile Mr. Hyde’ın acayip hikâyesinde anlatıldığı gibi…
“Çifte kişilik” ile gazeteye yazı yazmak için klavyemin başına geçiyorum… Pablo Neruda’ nın dizeleri ile başlıyorum yazıma…
“Bir sabah tutuştu bunların hepsi,
bütün canlıları yutmak için bir sabah
fışkırdı topraktan,
şenlik ateşleri,
silah vardı artık,
barut vardı artık,
artık kan vardı.
Haydutlar geldi uçaklarıyla,
yüzükleriyle, düşesleriyle haydutlar,
takdisler dağıtan kara keşişleriyle
haydutlar geldi gökyüzünden
çocukları öldürmek için,
çocuk kanı aktı sokaklarda
düpedüz çocukların kanı aktı.”
Bu yüzden, bağımsız kaynaklardan, savaşı anlatan kitaplar okumak, bu konuda yapılan sinema filim veya dizileri izlemek benim için bir tutku haline geldi.
Biliyorum… Savaşların hakikati kendi içinde saklıdır, kimse gerçeği göremez…
Hakikati, gerçek olaylardan uyarlanan, daha önce izlediğim, holokostu, savaşın yakıcılığını, yıkıcılığını anlatan filmlerde arıyorum.
Mesela 2002 yapımı Piyanist, 1993 yapımı Schindler’in Listesi, 1993 yapımı Soysuzlar Çetesi, 2008 yapımı Çizgili Pijamalı Çocuk filmleri mutlaka izlenmesi gereken filmlerin başında geliyor.
İzlediğim bu filmler beni derinden etkileyen, savaşlara karşı nefretimi katbekat artıran filmlerdir. Yine Ukrayna-Rusya savaşına gelecek olursam… Aklıma gelirdi de, ama Rusya-Ukrayna savaşında kültür faşizmin hortlayacağı hiç aklıma gelmezdi…
Ekonomik, askeri yaptırım gelirdi aklıma ama Çaykovski’ nin, Dostoyaski ve diğer Rus edebiyatı, Rus sanatı ve sanatçılarının uluslararası kültür faşizminin hışmına uğrayacağına. Savaşlar artık karakter değiştirmeye başladı. İlkel, kaba milliyetçiliğin ve ırkçılığın, savaş seviciliğin geldiği son aşama…
Sizi bilmem ama ben “Kültür Faşizmin” korosunun kuyruğuna takılmayanlardanım. Dostoyevski, Tolstoy okumaya, Çaykovski dinlemeye devam edeceğim.
Film demişken…
Netflıx’ de çocukların öldüğü, 2. Dünya Savaşını anlatan muhteşem baş yapıt. Mutlaka izlenmesi gereken bir filim… Yine savaşın mağduru çocuklar ve anneler… Filmin konusu, Birçok Kopenhag sakininin kaderi, 2. Dünya Savaşı’nda bir bombalama görevinin yanlışlıkla çocuklarla dolu bir okulu hedef almasıyla kesişir. 21 Mart 1945’te İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri, Gestapo’nun Kopenhag’daki karargahını bombalamak için bir göreve başlar. Bombardıman uçaklarından bazılarının yanlışlıkla bir okulu hedef alması ve 86’sı çocuk 120’den fazla kişinin ölmesi nedeniyle baskın ölümcül sonuçlar doğurur.
Filmin Adı: Savaşın Gölgeleri.
Tekrar ediyorum: Mutlaka izlenmesi gereken bir film.
Barışa atan yüreğinizle iyi seyirler.
Barışa emanet olunuz.
Newroz Piroz Be!