Bu coğrafya da ya da her hangi bir coğrafya da, insanlık adına utanç verici Holokost, Pogrom, Antisemitizm, jenosit ve yaşanmış benzer olayların trajedik tarihsel gerçekliklerini bağımsız tarihçilerden, öyküleşmiş hallerini de edebiyat, sinema dünyasından öğrenmeye çalışıyorum insanlık adına hicap duyarak!..
Bizim coğrafyada 1.Dünya Savası öncesi ve sonrası yaşanan ve günümüzde halen güncelliğini yitirmemiş ve özellikle yakın tarihimizde yaşanan ve insanlık adına utanç veren bu tür olayların ev sahipliği yapmış ülkeler, hayata geçirdikleri bu utançlarını kendi kadrolu tarihçilerine övüne övüne “altın harflerle” kendi resmi tarih sayfalarına kazıtıp, ardından ballandıra balandıra anlatır, Dede Korkut Hikayeleri misali kuşaktan kuşağa da aktarır.
Bugünde, halen , sebep ve sonuçları çarpıtılarak hafızalara kazıtılarak anlatılan ve benim açımdan utanç verici olarak gördüğüm bu olaylar silsilesi, kimleri tarafından kıvanç duyularak anlatır, kimileri de bu yaşananlardan benim gibi insanlık adına hicap duyar.
6-7 Eylül pogromu da bu olaylardan sadece bir tanesidir.
Ne zaman hazan mevsimine girsem, mutlaka 6-7 Eylül Progromunu hatırlar, hüzünlenirim.
Ve birden Lefter, Fedom, Sami Hazinses, Ara Güler, Danyal Topatan, Adile Naşit, Salim Naşit, Ruhi Su, Nubar Terziyan, Kenan Pars gibi değerler geçer gözlerimin önünden bir filim şeridi misal…
Kiminin futbolunu, kiminin müziğini, kiminin sanatını büyük bir hayranlıkla severek dinledik, izledik durduk yıllarca, Ermeni ve Rum olduklarını bilmeden.
Sonradan Rum ya da Ermeni olduklarını öğrenince, bilinçaltındaki milliyetçi hezeyan dışarı vurur ve şaşkınlıktan küçük dilini yutar, halen şaşkınlıktadır ahalinin büyük bölümü.
Ve izlerken onları, ne kadar da çok sevdik değil mi? Adile Teyze’ yi izlerken, Ruhi Su’ yu dinlerken, Lefter’i büyük bir sevgi ve hayranlıkla izlerken.
Dario Moreno’ nun Deniz ve Şarap şarkısını halen, her fırsatta severek dinler, iki yakada, yarım kalmış eski aşk öykülerini hatırlar dururum.
Ve 6-7 Eylül olaylarını bir kez daha hatırlar, bir kez daha insan olmanın adına, bir kez daha insanlıktan hicap duyarım.
Oysa Şehr-i İstanbul, kültürel zenginliğiyle Rum, Ermeni, Osmanlı kültürünün tüm güzelliklerini, mimarisinin sülietiydi, ortak yaşam alanıydı.
Burada yaşayanların ortak düşüncesidir: Şehr-i İstanbul’ da aşk başkadır ve her halükarda aşk bir şekilde yolunu bulur.
Üzerine; şiirler, romanlar yazılıp çizilmiş, şarkılar türküler yakılmıştı.
Zorba filminin başrol oyuncusu Anthony Quinn’ in hem filmde, hem de bu filmin müziğini yapan Mikis Theodorekis ile filimden 31 yıl sonra birlikte oynadıkları sırtaki dansı, bana göre her iki yakanın her iki halkına, barışına adanmıştı.
Oysa, barış içinde bir arada yaşamak arzusu, ittihat Terakki zihniyeti eliyle hep yok edildi, halende ediliyor, eksilmedi kadim bu topraklarda…
Evet, bugün 6-7 Eylül pogromun, tarihi utancın yıl dönümü.
Olaylarda İstanbullu gayrimüslim azınlıkların evleri, iş yerleri, okulları, kiliseleri, haçları ve değerli eşyaları yakılarak tahrip, talan edildi. Yüzlerce insan tacize, tecavüze uğradı, yaralandı, katledildi ve akabinde milyonlarcası yakanın öteki tarafına göçe zorlandı.
Yaşanan olayların faturası, o dönemin Sol- Sosyalistlerine kesildi oyun kurgulayacıları tarafından.
Bugün yaşananlara da bakınca, sonuçları ve şiddeti bakımından ‘6-7 Eylül olayları’ dönemindekine kıyasla daha düşük profilli belki, ama yüklenen siyasi anlam ve sürecin organize biçimde yürüme hali aynı aklın güncel versiyonu olarak karşımıza çıkıyor ve çıkmaya devam ediyor
O’gün, bu gündür, devamlılığını, sistem içerisinde yitirmemiş İttihat Terrakki zihniyeti, yüz yıllarca iç içe yaşamış Türk ve Yunan halklarını genel anlamda düşmanlaştırarak birbirinden koparmayı başardı.
Buna en iyi somut örnek, “Ermeni Dölü, Rum Tohumu” gibi aşağılayıcı söylemler toplumun dilinde pelesenk olması.
Yüzyıllarca iç içe yaşayanlardan biri olarak halklardan birisi de, Türkiye futbolunun efsanelerinden olan Rum Lefter Küçükadonyanis, o utanç günleri şöyle anlatmıştı: “15 gün önce gol attığımda omuzlardaydım. O gün ise kayalar ve boya tenekeleri ile karşılaştım. En kötüsü harçlık verdiğim çocuklar evime saldırdı. Kızlarım küçüktü, onları öldürmeye kalktılar. Sonra çok sordular kim yaptı diye, ama o gün de söylemedim, bugün de söylemeyeceğim…”
Maalesef, o günü anlatan bu gibi trajik öyküler çok ama Lefter’ in öyküsü, yaşananları özetliyor mu zaten.
O gün yaşanan pogrom için, yıllar sonra itiraf gibi bir açıklama, o dönemin subaylarından olan Sabri Yirmibaşoğlu’ ndan gelmişti: “Tabii… 6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı. Sorarım size? Bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?”
Evet, Şehr-i İstanbul ile sınırlı kalmayan 6-7 Eylül pogromu Nazi Almanya’sının kristal gecesini andırıyordu adeta.
Her 6-7 Eylülde, Ezginin Günlüğü tarafından seslendirilen ve o acı günü anlatan hüzün dolu bu şarkılarını defalarca dinler dinler hüzünlenirim:
“Ya bu denizin tuzu/Ya bu martılar, ya bu vapurlar, ya bu yaşanmış yıllar/Düşünüze hiç girmez mi İstanbul/Ya bu yıldızlarda ışık, ya düşleriniz, ya geçmiş/Ya bu mavi ya bu koku, ya bu bahar/Anılara hiç sığar mı İstanbul?/Ya bu rüzgarın dilinde eski şarkılar, eski şarkılar/Aman aman aman aman yar/Bu gün vapurdan indim yürüdüm/Adımı çağırdı sesim/Adaları basmış bahar dumanı
Yüzüme vuru nefesin/Kaç kara eylül geçti dönmedin geri, dönmedin geri/Utanıyor şimdi bak rüzgarlar bile, rüzgarlar bile/Aman aman aman aman yar”
Bugün ve yarın bir kez daha Güz Sancısı sinema filmi ile Netfılx’ de yayınlanan Kulüp dizisini bir kez daha izleyecek, bir kez daha o gün yaşananlardan insanlık adına hicap duyacak ve bir kez daha hüzünleneceğim.
İÇİMDE BİTMEYEN GÜZ SANCISIDIR 6-7 EYLÜL OLAYLARI!
Evet, bu yazımı yazarken, hoparlörden dinlediğim Suavi’ nin şarkısı beni bir kez daha hüzünlendiriyor:
“Bir zamanlar İstanbul’da meşhur bir Agop varmış/Kadehlerden derman satar, kederden meze yaparmış/Ufacık bir dükkan/İki masa dört tabure/Agop’un meyhanesinde/Dostlar birlikte/Meyhane ilham olmuş isimsiz ozanlara/Ne şiirler yazılmış kırık tahta masalara/Agop kır şu plağı çal bizim şarkılardan/Şerefine kederlerin her şey feda bu candan/Ufacık bir dükkan/İki masa dört tabure”
O gün için hayatlarını kaybedenleri saygıyla anıyorum.
Umarız ve dileriz ki, bir daha böyle acılar, trajediler yaşanmasın.
Halkların bir arada kardeşçe, özgürce yaşadığı bir ülke hepimizin ortak hayali olsun.
Ve bir kez daha insanlık, kardeşlik adına bu yapılanlardan hicap duyduğumu söylemek istiyorum.
Ve Eylül hazan gelince, öyle bir acıyı saplar ki insan olanın yüreğine..
Şair değilim, ama yıllar önce Güz Sancısı filmini izledikten sonra duygulanarak karaladığım dizelerle bitireyim yazımı:
Şahit olduklarına/önce yapraklar kızarır bozarır/ardından sararır/utancından kendini döker kan revan içindeki toprağa/ortalık can pazarı/insan bedenleri yerlerde/geceleri, tıpkı gibi yüreğim gibi/ tüm mekanlar, tüm iskanlar kristal cam misali/her yer virane harap/oysa yıllarca/ aşıklar kulağına aşklarını fısıldamıştı/ Ve gölgesinde oyunlar oynarlardı birlikte/ne mutluydular /ellerinde şekerler/gülümseyen farklı halklardan çocuklar.
Kalemine sağlık kardeşim
👏👏👏