“Cemilemin gezdiği dağlar meşeli/Üç gün oldu Cemilem ben bu derde düşeli/Gaydır gubbah Cemilem/Nasıl nasıl edelim biz bu işi/Nikamızı kıysın ünden gelin Hoca Memiş’e/Cemilem kız ne gezersin hayakta/Basma fistan parlak potin ayakta/Gaydır gubbah Cemilem/Nasıl nasıl edelim biz bu işi/Nikamızı kıysın ünden gelin Hoca Memiş’e/Cemilenin fistanı saman sarısı/Gören sancak Cemilem kızı memur karısı/Gaydır gubbah Cemilem/Nasıl nasıl edelim biz bu işi/Nikamızı kıysın ünden gelin Hoca Memiş’e”
Tüm sevdikleri, yakın ailesi, dostları onun düğününe davetliydi.
Bana da düğün davetiyesi ulaştırılmıştı.
Benim için çok değerli olan bir ailenin, bu mutlu günlerinde elbette yanlarında olacaktım.
Davetiyeyi ilk aldığımda, gelinle damadın ismini gördüğümde, o an geçirdiğim şaşkınlığı anlatamam…
Düğün günü gelip çattığında, düğünün yapıldığı salona geldim.
Damat ile gelinin aileleri, gelen misafirleri neşe içinde kapıda karşılıyorlardı.
Düğün salonu hınca hınç dolmuştu.
Salonda birden lambalar karartıldı…
Loş ışıklar altında, çalan dans müziği eşliğinde gelin ve damadın salona girişiyle düğün başlamıştı. Gelinliğin yere sürünen eteğini, 16 yaşında ki Dilan, 15 yaşındaki Hasan, 6 yaşında ki Helin birlikte tutuyorlardı. Bu şekilde, damat ile gelin kol kola salonun ortasında bulunan piste gelmişlerdi.
Bildiği gibi, gelin ve damadın dansıyla düğünün stardı verilmişti…
Biraz sonra önce yakınları, sonra misafirler, dans eden çiftlerimizi piste yalnız bırakmadılar.
Dans, halay, çiftetelli derken düğünün ritmi ve coşkusu daha da artmaya başlamıştı.
İlk bakışta, bildiğimiz sıradan bir düğün gibiydi.
İnsanlar salonun ortasında oynarlarken, Cemile bembeyaz gelinliğin içinde adeta bir prenses gibiydi.
Onlar da düğünün sonuna kadar mutluluktan oynadıkça oynadılar…
Cemile pistte oynayanları izlerken, gözlerinden tane tane süzülen mutluluk gözyaşlarını çocukları ellerindeki peçeteyle silmeye çalışıyorlardı.
Düğün kendi olağan akışı içinde gecenin ilerleyen saatlerine kadar sürdü.
Düğün pastası kesilmiş, davetlilere dağıtılmıştı bile.
Gecenin finali görülmeye değerdi. Gelin elindeki çiçek buketini başının üzerinden arkaya doğru, çiçeği kapmak isteyen bekar gençlerin üzerine doğru fırlattı. Fırlattı fırlatmasına, ama çiçeği yakalayan, 16 yaşındaki ilk göz ağrıları, kızları Dilan’dı.
Gözyaşları sel oldu…
Kendi çocukları anne ve babalarının düğününde doyasıya oynamışlardı Dilan, Helin ve Hasan.
Çocukların, anne ve babanın bir arada olduğu an, fotoğraf çekenler tarafından arka arkaya resmediyorlardı.
Oysa ben, ilk düğün davetiyesi elime geçtiğinde, gelin ile damadın isimlerini görünce önce küçük bir şaşkınlık geçirmiştim.
16 yıldır resmen evli olan Cemile ile Metin 17 yıl sonra yeni genç çiftler gibi düğün yapmışlardı.
Meselenin çok kısa bir öyküsünü, arkadaşım da olan damadın babasından dinlemiştim. Çok duygulanmış ve etkilenmiştim,
Düğün sonrası, öyküsünü bir de Cemile’ nin ağzından dinlemeye karar verdim. Eşi Metin ve kendisi ile bir araya geldim.
Yıllar içinde bir ukdeye dönüşmüş olan özlemini, 17 yıl sonra yaşamanın mutluluğu ile Cemile anlatmaya başlamıştı.
Cemile, Muğla’ nın Yatağan ilçesinin Zeytin köyünde dünyaya gelir.
Kasaplık/Celeplik yapan, altı kız çocuğuna sahip bir babanın en küçük kızıdır.
Cemile’ nin öğrencilik yıllarında, ailesinin içinde bulunduğu zorlu hayat şartları, onu erken yaşta mesleğe zorlar ve Cemile, sonunda kuaför yanında çalışmaya başlar…
Cemile, yıllar sonra, 2005 yılında Marmaris’ e gelir ve turistik bir otelde kuaför olarak işe başlar.
Metin’ de aynı otelde Resepsiyonda çalışmaktadır.
Bu arada Metin ile Cemile tanışırlar.
Gel zaman git zaman, aralarında bir yakınlaşma başlar ve bu yakınlaşma aşka dönüşür…
Dönüşür dönüşmesine ama iş Cemile’yi istemeye gelince…
İşte, Cemile ile Metin’ in asıl öyküsü burada başlıyor.
Cemile Muğla Yatağan, Metin ise Urfa Hilvanlı!
“Biri Türk ve Batılı, diğeri ise Kürt ve Doğulu!”
Cemile’ nin babası, Cemile ile Metin arasındaki ilişkiyi öğrenir.
Metin’ in ailesi, Cemile’ yi “Allahın emriyle” istemeye karar verir ve bu vesileyle Cemile’ nin ailesinin yaşadığı evin kapısını çalmak isterler.
Bundan sonrasını Cemile anlatmaya başlıyor:
“Abi, bizim oralarda bir önyargı vardır. Ailem, Metin’ in Kürt olduğunu öğrenince, özellikle babamın tavrı çok sert oldu: ‘Ben kesinlikle Kürtlere kız vermem. Kimse kızımı istemek için kapıma gelmesin’ diyerek kesin bir dille bütün kapıları kapattı. Ne yaptıysak bu inadını kırıp, onayını alamadık. Bizim oralarda, kolay kolay Doğululara, hele de Kürtsen, kız vermek istemezler. Ben Metin’ i, Metin de beni çok seviyordu. Yaşım tutuyordu. İstemeye istemeye, ailemi karşıma alarak, ne pahasına olursa olsun, Metin’le evlenmeye kararlıydım. Öncelikle babamı, annemi, kardeşlerimi üzmekte istemiyordum, ama beni mecbur bıraktılar. Metin’ in ailesi düğün yapmak istedi, ama ben kabul etmedim. Sonunda ailemin izni olmadan resmi nikah kıyıp evlendim. Yani anlayacağın, her genç kızın hayalindeki gibi düğün yapıp telli duvaklı bir gelin olamamıştım. Bu içimde en büyük özlemdi. Aradan 17 yıl geçti. Bu mutluluğumuzun meyveleri olarak, en büyüğü 16 yaşında ikisi kız, bir erkek çocuğumuz olmuştu. Ama düğün yapmamak, gelinlik giymemek içimde hep büyük bir ukde olarak kalmıştı. Her düğününde bir gelin gördüğümde içimde bir burukluk yaşıyordum.
Bu özlemimi bir gün eşimle paylaştığımda, ‘Cemile, gerçekten düğün yapıp, gelinlik giymek ister misin?’ diyerek yüzüme bakarak sordu. Ben de ‘evet’diye cevap verince, Metin, hiç tereddüt etmede, içimde kangrene dönüşen bu özlemimi gidermek için hummalı bir hazırlığa başladı. Önce inanamamıştım, ta ki düğünün salonunda, alkışlar içinde pistin ortasına gelinliğimle gelene kadar…
O gün yaşadığım mutluluğun tarifi yok. Hele de çocuklarımızın, bu mutlu gününüzde bizlerle olması, gelinliğimin eteklerini tutmaları, düğünümüze tanıklık etmeleri…”
Cemile zaman zaman anlatırken duygulanıyor, boğazı düğümleniyor, gözleri mutluluktan buğulanıyor… Ve Cemile anlatmaya devam ediyor: ”Biz evlendikten yıllar sonra, araya birilerini koyup, sonra ailemle barıştık. Babamın elini öptük. Sonra bizimkiler hem Metin’ i, hem ailesini tanıdıkça çok sevdiler. Şimdi Metin’i el üstünde tutuyorlar. Evlendikten 17 yıl sonra düğünümde kendi ailemi görmem, onların da gelinlikler içinde beni görmeleri, mutlulukların en büyüğüydü. Çok mutluyum, çok! Bundan sonra ölsem de gam yemem… Unutmadan, seni de bu mutlu günümüzde aramızda görmek bizleri çok mutlu etti. Çok teşekkürler İsmail abi.”
İşte Cemile’ nin öyküsü bu…
Bu öyküyü yazıya dökerken, çok sevdiğim, Muğla yöresine ait ve sözlerini yazının ilk girişine koyduğum“Gaydırı Gubbah Cemilem” türküsünü tekrar başa alıp alıp dinliyorum.
Mutluluklarımızın hayatımızdan daha kısa ömürlü olduğu bir yaşam içinde, küçük küçük mutluluklar elde etmek…
Bütün mesele burada yatıyor.
Cemile düğününde çok mutluydu!
Yarım kalan mutluluk, 17 yıl sonra tam bir mutluluğa dönüşmüştü.
Aşk ve sevgi, bütün önyargıları yıkmış; aşk ve sevginin gücü galip gelmiştir. Aşk ve sevginin gücü, kalplerimize ve vicdanlarımıza örülmüş bütün önyargı duvarlarını birer birer yıkar geçer…
Tıpkı Muğlalı Türk Cemile ile Urfalı Kürt Metin’ in yıktığı gibi!