Enikonu, insanlığın kendi kendini öğüttüğü, içinde yaşadığı doğayı tüm canlılarıyla birlikte vahşice yok etmeye çalıştığı, öğüttüğü; kapitalist hâkimiyetin yönettiği, zulmettiği bir dünyada nefes almaya, nefes vermeye, yaşamaya çalışıyoruz.
İnsanlık, bile bile, kendi üzerinde birbiriyle çatışarak, savaşarak, deniyor. Bu yüzden, savaşlar, çatışmalar dur durak bilmiyor; ölen ölene, öldüren öldürene… Kadınlar, çocuklar başta olmak üzere, savaşın ölüm kokan kanlı atmosferinden, kendi ana yurtlarından, ırkçılığın kronikleştiği, ta uzaklara, göçmen kuşlar misali göç yollarına savruluyorlar.
Dünya kuruldu kurulalı, insanlık kendini bildi bileli, Barış Havarileri yerine nedense hep Savaş Havarileri iniyor gökyüzünden yeryüzüne. Ve, ne hikmetse, Şair Refik Durbaş’ ın “Elim sanata düşer usta/Dilim küfre, yüreğim acıya/Ölüm hep bana/Bana mı düşer usta?” şiirindeki gibi özellikle ölüm, acı hep Ortadoğu’ya mı usta?
Bir yerde bitiyor, bir yerde başlıyor savaş; gökyüzünden yeryüzüne, yüzümüze, gözümüze ölüm külleri yağıyor. Bazen bir yerde bitti sanıyorsunuz… Bir bakmışsınız, tekrar çatışma ve sıra sıra ölüm haberleri tüm dünyaya duyuruluyor haber bültenlerince.
Otokratlar, ellerinde viski kadehleriyle savaş baronları, savaş seviciler zafer çığlıkları atıyor savaş ve ölüm haberlerine, zevkten dört köşeler… Savaşlar, çatışmalar otokrasi yönetimlerin ömürlerine ömür katıyor.
Ve, savaş/ölme/öldürme kutsanır, barış, yaşam hep lanetlenir, bu durum süreklilik kazanır ve sürekli savaştan, ölümden, öldürmeden zevk alan zehirli sarmaşığın sarmaladığı topluma dönüşür insan/lık. İşte bu yüzden savaş sever bir dünyanın ta ortasında yaşıyoruz adeta. Yine de, her zamanki gibi umutluyuz insanlık adına.
Biliyoruz, çok olmazsak da, halen yüreği barış için atanların ellerinde, ayalarında filizlenip yeşerecek barış umutları… Ve inanıyorum ki, tüm dünyanın barış severleri günbegün birleşecek, katbekat büyücek ve bu topraklara, dünyaya barış bir gün gelecek. Evet, bugün yeni 1 Eylül: Dünya Barış Günü…
Yine, barışa mum yakılıp, dilekler tutulacak, ellerde demet demet, sıra sıra kırmızı karanfiller, her hangi bir denize, her hangi bir nehre, ardından ak güvercinler barış için gökyüzüne bırakılacak.
Evlatlarını çatışmalarda, savaşlarda yitirmiş beyaz Tülbentleriyle Barış Anneleri her zamanki gibi zılgıtlarıyla gökyüzüne doğru barış için kanat çarpan ak güvercinleri kederli gözleriyle izleyecekler. Savaşın Kazanını, Barışın Kaybedeni Yoktur, klişe, ancak anlamlı cümlenin yazıldığı kartondan dövizler yine ellerimizde olacak, savaş sevicilerine inat.
Benim yıllar önce karaladığım, yıllar sonra, bugün sıkıla sıkıla yazmak zorunda kaldığım dizelerim gibi:Ve, o acılı anneler yüreklerinde her zaman ki gibi üç dilek tutacaklar/ Hazan ayının başlangıcında/Barış gelir belki bu kez yaşadığımız bu kan revan topraklara/ Yaşam yerine ölümü kutsamış; kan, barut, ölüm üzerine kurulu yaşamlarımız/Yine her zaman ki gibi yüreğimizden gelen gür seslerimizle barışı haykıracağız, birlikte, bazen maviye, bazen griye çalan gökyüzüne/ Ölüme karşı yaşamı savunacağız, barışa olan sevdamızı haykıracağız/ Ve, o acılı anneler acıyı bal eylemiş yüreklerinde tekrardan üç dilek tutacaklar: Barış, Barış, Barış, inadına barış, diye.
Evet, Bugün 1 Eylül; Dünya Banış Günü…
Barış güvercinleri; yarı griye, yarı maviye çalan gökyüzünde kanat çırpmaya devam ettikçe, anneler dilek tutmaya devam edecekler… Mesela içimizde, yanı başımızda, dört bir yanımızda savaşlar bitsin, ölümler olmasın, diye. Mesela Savaş, çatışma bahane edilerek, siyasi rehin almalara son verilsin, diye.
Seçilmiş belediyelere, Üniversitelere kayyum atamalara son verilsin, diye.
Mesela muhalif medyaya baskılar son bulsun, muhalif gazeteciler özgürce yazsınlar, diye.
Emek artık sömürülmesin, kadına yönelik şiddet, çocuğa taciz olayları artık bir daha yaşanmasın, diye. Doğa talan edilmesin, bilim insanlarına karşı düşmanlığa son verilsin, diye. İlkay Akkaya, Aynur Doğan, sokak sanatçılarının konserleri, festival organizasyonları artık, bir daha yasaklanmasın, sanat özgür kalsın, diye.
Mesela kadınlar artık öldürülmesin, diye.
Mesela oğlunun cenazesini tabutla teslim almayı beklerken, bir torba içinde oğlunun kemikleri ellerine tutuşturulan baba Ali Rıza Arslan’ ın “Oğlumun kemiklerinin olduğu kutuyu dolaptan çıkarıp elime verdiler, bunu hiç beklemiyordum, gözlerim karardı, nefesim kesildi, sanki o an tüm Diyarbakır başıma yıkıldı” acı dolu, insanın yürağini dağlayanferyadı, muhalif gazetelere manşet, haber bültenlerine bir daha konu olmasın, diye.
Irkı, rengi, dini, mezhebi, ne olursa olsun, hiç kimse, ama hiç kimse bir daha öldürülmesin, diye. Bir daha içeride, dışarıda savaşlar olmasın; Sivas, Çorum, Maraş, Amed, Suruç, Gar Katliamları yaşanmasın; Gezi’ de, Gazi’ de onca can bir daha öldürülmesin, diye.
Bugün 1 Eylül; Dünya Barış Günü…
Belki de, bugün en çok ben bağıracağım, en çok ben alkışlayacağım, en çok ben dilek tutacağım; tek çözüm onurlu bir barıştır! Artık, barış kazansın! diye. Benim bir kitap yazacak kadar mecalim olsa, hiç düşünmeden kitabımın adını Şu Yılgın Kürtler diye koyarım.
Bir Türk olarak, ben de Kürtler gibi mücadeleden değil; ama savaşlardan, ölümlerden, yıkımdan, acıdan yıldım, bıktım ve usandım. Bu yüzden, büyük yazar, Yaşar Kemal’ in, barışı kutsayan, önemini atfeden bu muhteşem cümlesi kulağıma, yüreğime küpedir. : Dağlar, insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa, şimdi en güzel şiir, barıştır.
Ne diyeyim, annelerin dilekleri ve bizim ortak dileklerimiz kabul olsun.
Barışa dört elle sarılın…
Barışa emanet olunuz.
Yaşasın Barış! Biji Aşiti!
Yine duygu ve en güzel düşüncelerini dile getirmişsin. Selam ve sevgiler kardeşim.
Biji Aşırı !
Yaşasın Barış !
🤗👍✌️
Teşekkürler hocam.