Şimdiki gibi belirsizlik ve kaygılarla dolu değil…
Ama az çok yine kara bulutların gölge ettiği anları olan bir zamandı.
Coşkusu dolu ama düşünceleri henüz tıfıl olan bir genç, tanrıtanımaz yani sözcükteki karşılığıyla ateist bir abisiyle hayatın bir rıhtımında buluşmuştu.
Genç inançlıydı. İnancı ırsiydi tabi. Yoksa okuduğu, araştırdığı, sorgulayarak eriştiği bir kutsiyet değildi yüreğinde taşıdığı.
Neyse…
O zamanlardan bir gün bu genç, tanrıtanımaz abisine şöyle dedi: “Abi. Sen Allah’a inanmıyorum diyorsun. Ama çok da iyi bir insansın. Ben senin inanmadığını sanmıyorum. Madem inanmıyorsun nasıl bu kadar iyisin? İnançsız bir insan çok rahat hırsızlık yapabilir, kul hakkı yiyebilir. Çok rahat kötülük yapabilir. Bir sorumluluğun yok. Sen Allah’a inanmıyorum diyorsun ama ben buna inanmıyorum.”
Tanrıtanımaz abisi gülümsedi. Tatlı bir gülümsemeydi. Üstenci değil aksine gencin içini ısıtmıştı.
“Allah’a inanmıyorum bu doğru. Ama bu sorumluluğumun olmadığı anlamına gelmiyor. Sen inanıyorsun diye yargılamam. İnanan hiç kimseyi inancıyla yargılamam. Ama yanlışlarıyla yargılarım. Ben neden kötü biri olayım ki?Benim aklımın bir vicdanı var. Vicdanıma uymayan şeyler yapmadım demiyorum ama yapınca beni uyaran, rahatsızlık veren bir yanım var. Neyse boşver.”
Cevap, genci tatmin etmemişti. Çünkü genç için tutucu kararların ilahi bir güçle desteklenmesi gerekiyordu. Böyle öğrenmişti, bilmişti. “Allah’a inanmıyorum” diyen bir insanın hayatını güzel huylarla donatmış olması gencin aklında tutunacak bir dal bulamıyordu.
Çok zaman sonra anlayacaktı, güzel insan olmanın inançtan bağımsız olarak vicdanla tutulduğunu…
Doğru olmanın bir inanç, kural, kültür gerekliliğine bağlı olmadığını…
Anladığı gün bir tebessüm de kendi yakacaktı.
Gerçek bir anekdottu anlattığım. Düz bir hikaye gibi okumuşsanız da canınız, canımız sağ olsun. Ama şunun gerçekliğine varmanız, varmamız gerek.
Aklın bir vicdan süzgeci olmalı.
Nasıl ki yıllar önce yazdığım sıska şiirleri üstatlarımdan biri olan Murat Bal’a okuttuğumda, her duygunun değerli olduğunu ve her sözcüğü yazarken önce insan olduğumu, yani vicdandan geçirmem gerektiğini öğütlediği gibi. Ben belki o günden bugüne gerilen o uzak yıllara rağmen şiirin kapısından geçmeyi beceremedim ama şunu öğrendim.
Ne söylersen söyle, ne yazarsan yaz, ne iş tutarsan tut önce vicdana uygunluğunu gözden geçirmelisin.
Bunu illa bir inanç gerekliliği için değil kendine karşı karşılıksız bir saygı için, arkadaşlarına, çevrene hatta hiç tanımadığın insanlara karşı bir saygı için; yapmalısın, yapmalıyız.
Çünkü çok kire battık, yalanla gerçeğin, doğruyla yanlışın ayrımında değiliz artık.
Sevgisiz bir geleceğin kucağına gidiyoruz.
Sınırsız bir faydacılıkla gidiyoruz.
Bu son sözümde, “Vicdana uygun olalım”, diyeceğim amma…
Amma’sını söylemek istemiyorum.
Çünkü hayat, her koşulda mucizelere de gebedir.