Yaşadığı şehirde doğup büyüyen, daha doğrusu Mersinli olan eşimle nişanlılık dönemindeyken, tedavi için yatmakta bulunduğu hastaneye, bugün hayatta olmayan annemi ziyarete gitmiştik. Ziyaret sırasında, anneme moral olsun diye, içinde “Haho, haho!” kelimesi barındıran, geçmişte başımdan geçen sağlık sorunlu bir öykümü anlatırken, beni pür dikkat dinleyen annem, bizim bölgeye münhasır “Haho, haho” kelimesinin eşimin anlamadığını fark etti ki, anında konuşmamı bölerek eşime dönüp: ”Kızım, yani ‘imdat, imdat!’ demek istiyor” diyerek beni düzeltmişti.
Evet… Benim doğup büyüdüğüm şehirde, “haho”kelimesinin eş anlamlısı TDK’ na göre “İmdat”anlamına gelmekteydi.
İçinde bulunduğumuz ekonomik yoksulluk, politik soykırım, sosyal/toplumsal linç, dibe vurmuşluk ve kültürel/ekolojik talana, baskılara karşı toplumsal derin sessizlik ve duyarsızlığın patolojik tahlili, toplumun büyük bir bölümünü teslim alıp hareketsiz bırakan kaderciliğin üzerimizde dominant olma hali ile birlikte, muhalif siyasetin yeni bir şeyler üretememesi, yeni bir şeyler söyleyememesidir.
Sosyal ihtiyaçlarımızı geçtim, toplumsal yaşamımızı yakından ilgilendiren başta temel ihtiyaç olan (meyveden de vazgeçtim) sebzeye, gıda ve temizlik ürünlerine, enerjiye ve birçok ürüne yüzde 300 lere, 400 lere kadar pek fahiş diyebileceğimiz oranlarda zam geldi.
Keza, aynı oranlarda ev kiralarına da…
Bir iki gün önce ajanslardan geçen haber aynen şöyleydi: “Acı ama gerçek… Artan fahiş zamlar nedeniyle bayramda birçok öğrenci yurtlarında kalacak.”
Artık, sıladan uzak, gurbet elde zorunlu olanların, bayramda seyranda ailesini görmek artık imkansız hale geldi.
Bugün ortaya çıkan ekonomik, sosyal, siyasal tablo yaşamı çekilemez noktasına getirmiştir.
Getirmiştir getirmesine, ama bu siyasal, sosyal ve ekonomik felaketten kurtulmanın, bu tıkanıklığı aşmanın yolu olarak “haho, haho” bağırarak birbirinin iz düşümü muhalefette çözümü ve kurtuluşu aramak, medet ummak bana göre toplumsal acziyettir, denenmişlerde ısrarın tekrarıdır.
Toplumun büyük bir kısmı muktedirler tarafından, sağ ve sığ politikaların içine çekilerek, son tahlilde sorgulayan, direnen toplum yerine, sorgula(ya)mayan, dilenen toplum haline ge(tiri)lmiştir.
İlkel ve kaba milliyetçiliği, dini argümanları siyasetin merkezine oturtarak, buna uygun söylemler geliştirerek, toplumu manipüle etmeye halen de devam etmektedirler.
Yandaş televizyonları, yayın organları en önemli kara propaganda araçlarıdır. Yandaş medyayı izleyenler/dinleyenler, bir an için kendilerini cennet bir ülkedeyaşıyor zannediyor ama kendi sosyal/ekonomik gerçeklikleriyle yüz yüze kaldıklarında, kazın ayağının böyle olmadığı gerçeğini de görüyorlar.
Artık, toplum nefes alamaz durumda…
Mutfaklarda yangın var.
Oysa bir zamanlar ne güzel öğünüyorduk ders kitaplarından anlatılanlara. Tarım da, hayvancılıkta kendi kendimize yeten, kendi kendini besleyebilen, fazlasını ihraç eden, dünyada yedi ülkeden biriyiz diye, şimdi her şeyi ithal eden ülke haline geldik.
Bir zamanlar KİT’ ler vardı.
Üreterek toplumun temel ihtiyaçlarını karşılayan 10’larca fabrikayı barındırıyordu. Şimdi esameleri bile okunmuyor.
Bizim evde bile yas var. Önceden totalde ortalama 40 liraya mal olan çiğköftenin masrafı bu gün için 150 liraya çıkmıştır.(6 kişilik) Her hafta iki kez çiğköfte ziyafeti çekiyorduk, şimdi hadi çek çekebilirsen!
Son tahlilde, toplum bir bakıma itiraz edemez noktaya getirilmiş, ancak itiraz edenlere ise, geri kalmış 3.dünya ülkelerini örneklenerek, ölümü gösterip sıtmaya razı ediyorlar.
Bir yandan ekonomik kötülüklerini, “kader” miş gibi topluma kanıksatılmaya çalışırlarken, bir yandan da yöneteme başarısızlıklarını, ekonomik çöküşü perdelemek için, iktidarın muhalif basına, muhalif demokratik siyasete, kurumlara müdahalesi tüm hızıyla devam ediyor.
Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Aysel Tuğluk, Selçuk Mızraklı, İdris Baluken, Figen Yüksekdağ ve ismini yazmadığım birçok siyasetçi halen içeride tutuluyor. Tutukluluk süreleri adeta uzun süreli mahkumiyete dönüştürüldü.
HDP’ nin ve Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformuna karşı acılan kapatma davası, cezaevlerindeki kötü muamele/işkence iddiaları, acil olarak dışarıda tedaviye muhtaç Aysel Tuğluk’ un tahliye edilmemesi, Sınır içi, sınır dışı operasyonlar, Canan Kaftancıoğlu…
Bunları toptancı bir değerlendirmeye tabi tutarsak, iktidarın demokratik siyaseti, kurumlarını zapturapt altına almak olarak okumalıyız. Bir yerde, aba altından değil, açıkça aba üstünden sopa gösteriyorlar.
Kral çıplak! Ekonomimiz ile birlikte toplumsal/siyasal alan da SOS veriyor.
Artık, çaresizce “haho” demenin bir toplumsal kurtuluş çıkış yolu olmadığı herkes tarafından bilinmelidir.
Bu kasvetli garabet durumdan kurtulmanın, çıkmanın yolu demokratik siyaseti, demokratik alanı sahiplenmekten, güçlendirmekten geçtiğini unutmayalım.
Toplum, öncüsünü, yol göstericisini bekliyor.
3.yolun tek çıkış yolu, kurtuluşun yolu tüm topluma anlatabilmek için şimdiden seferberlik ilan edilmelidir. Çünkü, erken baskın seçimin ayak sesleri duyulmaya başlandı.
Önümüzdeki 1 Mayıs buna fırsattır.
Sömürüye karşı emeği, savaşa karşı barışı, ölüme karşı yaşamı, faşizme karşı demokrasiyi haykırmak için 8 Mart ve Newroz coşkusuyla haydi, güçlü bir şekilde 1 Mayıs’a!
“Haho” zamanı değil; safları sıklaştırma, birlikte hareket etme, birlikte mücadele etme zamanıdır.
1 Mayısınız Kutlu Olsun!
Güzel bir yazı olmuş yine. Yüreğine kalemine sağlık. Gerçekten “hahooo!!!”
Selam ve sevgiler ✌️✌️
Güzel bir yazı olmuş yine. Yüreğine kalemine sağlık. Gerçekten “hahooo!!!”
Selam ve sevgiler ✌️✌️